Dört Kız Kardeş: IŞİD’e katılan kız kardeşlerin gerçek hikâyesi

Posted by

Oscar’a aday yönetmen Kaouther Ben Hania’nın Four Daughters (Dört Kız Kardeş) isimli belgesel filmi, Tunuslu Rahma ve Ghofrane Chikhaoui isimli kız kardeşlerin 15-16 yaşlarındayken IŞİD’e katılma hikayelerini konu ediyor.

Belgeselin yönetmeni Ben Hania, izleyiciye Kırmızı Başlıklı Kız masalına bir gönderme yaparak genç kızların kaderinin “kurt tarafından yutulmak” olduğunu söylüyor.

Tunuslu sinemacı Ben Hania, Fransızca orijinal adı Les Filles d’Olfa (Olfa’nın Kızları) olan filmiyle bu kez belgesel kategorisinde ikinci kez Oscar adaylığı kazandı.

Ben Hania, ilk adaylığını 2021’de Schengen vizesi karşılığında kendini sanat için satan Suriyeli bir mülteciyi konu alan “The Man Who Sold His Skin” (Derisini Satan Adam) filmiyle uluslararası film kategorisinde elde etmişti.

Dört Kız Kardeş’te Ghofrane ve Rahma Chikhaoui, küçük kız kardeşleri Eya ve Tayssir ile anneleri Olfa’nın hikayesi anlatılıyor. Filmin merkezinde ise iki büyük ablanın IŞİD’e katılmasına yol açan olaylar yer alıyor. Film, Tunus’un kendi tarihiyle iç içe geçmiş, kuşaklar boyu süren kadınlık travmasının etkileyici ama rahatsız edici tarihini gözler önüne seriyor.

BBC Culture’a konuşan Ben Hania, başlangıçta genç bir kadını IŞİD gibi bir örgüte katılmaya neyin motive edebileceği sorusunun ilgisini çektiğini söylüyor.

“Erkeklerin bunu yapmasına alışkınız ve kadınların da teröre katılması oldukça yeni bir şey. Sanırım genç kadınların neden buna ilgi duyduğunu anlamak istedim” diye konuşan Ben Hania şöyle devam ediyor:

“Çok absürt bulduğum fikirlerden biri Ghofrane ve Rahma’nın özgürlük arayışında olduklarıydı. Annelerinin baskısından kurtulmak istiyorlardı. Annelerine ve babalarına kıymetli olduklarını kanıtlamak istiyorlardı. Dolayısıyla, özgürlük ve başka bir anlayışa duyulan arzunun sizi oraya götürebileceğini anlamak benim için akıllara durgunluk veren bir şeydi.”

Chikhaoui kardeşler gibi, örgütün eylemlerinin en yoğun olduğu dönemde IŞİD’e katılmak için kaçan genç kızlara ait pek çok görüntü var. İngiltere’nin başkenti Londra’daki King’s College Üniversitesi’nin 2018 tarihli bir raporunda, 2013-2018 yılları arasında 4 bin 761 yabancı uyruklu kadının Irak ve Suriye’deki IŞİD faaliyetleriyle bağlantılı olduğu tahmin ediliyor.

Ben Hania gibi medya da “kadın terörist” fikrine ilgi duyuyor ve bu tür örgütlere katılan genç kızlar, erkek akranları gibi sert bir şekilde yargılanabiliyor. IŞİD’e 15 yaşında katılan Şamima Begüm isimli Londralı bir gencin İngiliz vatandaşlığı kısa süre önce elinden alınmıştı.

“Manşetleri görüyorsunuz,” diyor Ben Hania. “Ama manşetlerin arkasında ne var? Bunun için zamana ihtiyacınız var ve işte bu yüzden sinema var.”

Trajik bir istismar döngüsü

Ben Hania filmin bir yarı belgesel drama (docudrama) olmadığını ya da Oppenheimer ve The Act of Killing gibi belgeselleri anımsatmadığını vurguluyor.

“Oyuncularınız olmasına rağmen, filmde oyunculuk rolleri çok küçük. Oyuncular bir kişi olarak hareket ediyor, düşüncelerini ve sorularını Olfa ve iki kızıyla paylaşıyorlar. Belki de buna bir meta belgesel diyebiliriz çünkü oyuncular ve gerçek karakterler hakkında bir film çekmek üzerine yapılmış bir film.”

“Fly-on-the-wall tekniğiyle (genellikle bir durumu veya olayı gözlemlemek için kullanılan fark edilmeyen bir gözlemci, dikizci tekniği) bir belgesel çekerek başladım. Ama daha sonra bunun ilginç olmadığını fark ettim, bu hikayeyi derinlemesine incelemek için daha fazlasına ihtiyacım vardı.

“Bu yüzden daha ileri gitmek ve bu hikayeyi daha iyi, daha derin bir şekilde anlatmak için kurgudan, özellikle de sinemadan araçlar kullandım.

“Olfa’ya ve en küçük iki kızına, yani gerçek karakterlere oyuncular getirdim. Böylece anılarını ve neler olduğunu hatırlamaları için oyuncuları yönlendirebildiler. Gördüğünüz gibi bu, oyuncu ve gerçek karakter arasında bir diyalog. Bu, anneden kıza aktarımın, şiddetin aktarımının ve annenin beddualarının hikâyesi.”

Filmde, Olfa Hamrouni genç bir kadın olarak istismara maruz kaldığını ve ergenlik çağındayken kendi annesini ve kız kardeşlerini cinsel şiddetten korumaya çalıştığını ve kendisi de şiddet uyguladığını hatırlıyor.

Kızlarının babasıyla evlendiğinde, kendi kız kardeşinin damattan Olfa’ya kaba davranmasını ve evliliğin bir an önce bitmesini istediğini anımsıyor. Ancak Olfa damada yumruk atmış ve o kanı, cinsel ilişkinin gerçekleştiğini gösterdiği çarşafları lekelemek için kullanmış.

Daha sonra, kızlarını tek başına yetiştiren Olfa, filmde “sürtük” olarak adlandırılan insanlara dönüşecekleri korkusuyla kızlarına şiddet uyguluyor. Olfa, Ghofrane’ın saçlarını boyayıp bacaklarını tıraş ettiğinde onu dövdüğünü belirtiyor. Filmin sonunda Olfa, Kaouther Ben Hania’ya “bebeklerinden korktuğu için onları yiyen kedi” gibi olduğunu söylüyor:

“Onlar için çok korkuyordum, onları koruyamıyordum. Onları yemedim ama kaybettim”.

Ben Hania, “Olfa filmdeki bu kuşak döngüsünü ‘lanet’ diye nitelendiriyor” diyor ve devam ediyor:

“Yani kendisi çocukken ve gençken ne yaşadıysa aynısını kızlarına da yaşatmış. Film boyunca kendisine neler olduğunu ve bu travma mirasının kızlarını da nasıl etkilediğini anladı. Ama harika olan şu ki, bir noktada oyuncular da ona ‘Hepimiz bunu yapıyoruz. Annelerimizden miras aldığımız şeyi kızlarımıza aktarıyoruz ve sonunda buna ‘dur’ diyen nesille karşılaşıyoruz. Artık bunu istemiyoruz.’

“En büyük kızları da çok şiddetli bir tepki gösterdi ve bu döngüye ‘Hayır’ dedi. Belki de en küçük iki kız kurtulacak. Bu filmdeki umut onlar.”

‘Kızlar canavarlarla yan yanaydı’

Belki de Ghofrane ve Rahma’yı önce başörtüsü, sonra da peçe takmaya iten şey (filme göre 2011 Tunus Devrimi’nden önce kamusal alanda nadiren kullanılıyordu) annelerinin güvenliğini sağlamaktı.

Ben Hania ise, kızlar radikalleştikçe bunun anneleri üzerinde otorite kurmalarının bir yolu olduğunu savunuyor.

“Bence radikalleşmenin onlara sunduğu şey, anneleriyle aralarındaki güç dinamiğini tersine çevirebilmeleriydi. Annelerine, onlara cinsellikleri hakkında ders veren insanlara ders verebilir hale geldiler” diyor.

“Bence bu hikayede paradoksal olan şey, ataerkilliğin Majd Mastoura’nın oynadığı erkeklerde olmayıp, Olfa gibi birinin ataerkilliğin koruyucusu olması. Kızları üzerinde baskı kuran oydu. Ve onlar da güzel kızlar oldukları için, filmde söylendiği gibi, kötü olacakları ya da ‘sürtük’ olacakları iddiasını aksine çevirmek zorundaydılar. Kadın olduğunuz için sürekli suçlandığınızda, kendinizi savunmanın bir yolunu bulmak zorundasınız.”

Ben Hania, Ghofrane ve Rahma’nın da radikalleşmeleri için uygun bir dönemde ergenlik çağında olduklarını kabul ediyor. 2011’de Tunus Devrimi’nin yarattığı istikrarsızlık ve IŞİD’in yükselişinin ardından pek çok Tunuslu Libya, Irak ya da Suriye’de örgüte katılma fikrinin cazibesine kapıldı. 2015 yılına kadar 6 bin kadar Tunuslunun IŞİD’e katıldığı tahmin ediliyor.

Yönetmen, “İtalyan filozof Antonio Gramsci’nin ‘Eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarların zamanı’ sözünü düşünüyorum” diyor.

“Gramsci, iki dünya arasındaki Avrupa’dan bahsediyordu ama bu Arap Baharı ve IŞİD’in yükselişi için de söylenebilir. Alacakaranlıkta canavarlarınız var. Devrim, Arap Baharı, bölgedeki diktatörlükleri sarstı ama aynı zamanda bu devrimin meyvesi olan yeni dünya, özgürlük ve demokrasi, henüz orada değildi. Dolayısıyla, yeni dünya tüm bu canavarlar orada oynarken gelmekte gecikti. Olfa’nın kızları burada canavarlarla yan yanaydı.”

2015 yılında IŞİD’de katıldıklarında, Ghofrane ve Rahma Chikhaoui’nin isimleri de Tunus’ta manşetlere taşındı; Olfa da Tunus televizyonuna çıkarak yetkilileri kızlarının radikalleştiği konusunda uyardığını söyledi (hatta kaçmasını önlemek için Rahma’yı kilitlemelerini istemişti).

İki kız daha sonra Libya’da yakalandı. 2023 yılında 16 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Ghofrane’nin sekiz yaşındaki kızı Fatma annesiyle birlikte Libya’daki bir hapishanede büyüyor.

Ben Hania, filminin gösterime girmesinden yaklaşık altı ay sonra Tunus’taki sinemalarda hala oynatıldığını söyledi.

Ancak kız kardeşlerin Tunus’a gelip yargılanmalarına ya da Fatma’nın hapisten çıkmasına izin verilmesi yönündeki planlar şu ana kadar başarılı olamadı.

Belgeselin ortaya koyduğu aile travmasının tarihini özetleyen Four Daughters’ın belki de en dokunaklı sahnesi, Eya Chikhaoui’ye ablalarını tekrar görebilseydi onlara ne söyleyeceğinin sorulduğu an oldu.

Eya, “Sizi yok eden bu ailenin beni yok etmesine izin vermeyeceğim” diyor.

Four Daughters, Türkiye’de Başka Sinema kapsamında vizyona girdi. Oscar Ödülleri ise 10 Mart 2024’te sahiplerini bulacak.

  • IŞİD’e katılmak için Suriye’ye giden Şamima Begüm, İngiliz vatandaşlığını geri almak için açtığı davayı kaybetti
  • Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi Kuru Otlar Üstüne, 76. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışacak
  • Oscar Ödülleri: Oppenheimer En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 13 dalda aday gösterildi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir